Gençlik Araştırmaları

Tuesday, July 05, 2005

Almanya'nın Genç Türkleri

Almanya Federal Aile Bakanlığı’nın “Aynı anda farklı dünyalarda yaşamak” başlığı altında Yunan, İtalyan, Yugoslav ve Türk göçmeni genç kadınların hayat koşullarına ilişkin araştırmasının sonuçlarına göre, genç Türk kadınları diğer ülkelerden gelen kadınlardan daha büyük bir aile baskısı yaşamıyorlar. Araştırmayı gerçekleştiren Yasemin Karakaşoğlu ve Ursula Boos-Nünning, bulguların yorumlarken şu noktaları vurguluyorlar:
Ailelerinin kendilerini engellediği veya desteklerinin yetersiz olduğu, az sayıda genç kız tarafından, genellikle de iş arama sürecinde dile getiriliyor. Türk aileler Alman eğitim sistemi hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığı ya da evlilik gibi başka beklentileri olduğu için böyle oluyor. O nedenle bu dönemde genç kızlar ile anne-babaları arasında anlaşmazlık baş gösterebiliyor.

Bunun dışında genç kızlar ailelerini bir baskı unsuru olarak görmüyorlar ve eğitimlerini sonuna kadar sürdürmeye istekliler. Bunun arka planında kendi azimleri kadar Almanya’ya vasıfsız işçi olarak gelen büyüklerinin onlardan çok şey beklemesi de yatıyor.

Bu nedenle Alman üniversitelerinde okuyan genç kızlarımızın sayısı yıllardır sürekli olarak artıyor. Türk genç erkekleri ile karşılaştırıldığında kızların yüksek öğrenime katılma oranı daha fazla. 1980’den 1995’e 15 yıllık dönemde, üniversiteli genç kızlarımızın sayısı tam on kat artmış Almanya’da.

Almanya Federal Aile Bakanlığı’nın araştırmasına göre, Türk kökenli genç kadınların çoğu kendi yolunu çiziyor ve hayallerini gerçekleştirmek isterken aileleriyle büyük çatışmalar yaşamıyor. Okulda, üniversitede ve iş yaşamında başarı kazanan bu gençler, “ama siz hiç de Türk’e benzemiyorsunuz” sözünü çok yadırgıyor, hatta bazen tepki gösteriyorlar. Çünkü geleneksel Türk kadını imajı ”başörtülü ve eve kapanmış” olarak yerleşmiş bugüne kadar Almanya’da. Oysa onlar başörtülü ya da başörtüsüz, eğitim kurumunun her kademesinde yer alan, Almanca’yı iyi konuşan, iş yaşamına atılma arzusu içinde bir kuşak.

Öte yandan Alman toplumunun serbestliği ile geleneksel aile değerleri arasında sıkışıp kalan genç kızlarımız hâlâ var. Ve Alman medyasına yansıyan bazı haberler, namus cinayetlerinin, başörtüsü takmaya veya evlenmeye zorlanmaların devam ettiğini gösteriyor. Almanya Federal Aile Bakanlığı’nın araştırması, bu olayların niceliksel olarak az olduğunu saptamış.
Niteliksel olaraksa bir yerlerde bazı kilitlerin açılamamış olduğunu gösteriyor ki Alman toplumunun Türklere karşı yargılarını besleyen, sayıca az da olsa bu vak’alar oluyor. O nedenle kimliğinde ikilem yaşamayan, kendini rahatça ifade edebilen, eğitimini sonuna kadar sürdüren yeni Türk genç kadını profilinin görülmesi ve tanınması önemli. Onlar kendilerinden sonra gelecek kuşak için çağdaş referanslar olacaklar.

Genç kızların tersine erkekler, kimlik bunalımını daha çok yaşıyorlarmış: Bu konuda araştırmalar yapan pedagog ve yayıncı Alexander Bentheim, Almanya’da yaşayan genç Türk erkeklerinin dedelerinin taşıdıkları Türk gelenekleri ile Alman gençliğinin modern yaşamı arasında bocaladığını söylüyor. Cinsiyet rollerinin oluşumu açısından model olarak babalarını, amcalarını alan ve Batılı idollere yüz vermeyen genç Türk erkekleri, mutsuz olduklarında, örneğin iş yaşamında hayal kırıklığına uğradıklarında, derhal aileyle ya da arkadaş gruplarıyla kenetlenme yolunu seçiyor, içe kapanıyorlar.

Genç Türk erkeklerinin sorunlarından biri de, yanlış anlaşılmak. Çoğu zaman grup olarak gezmeleri, bazı Almanlar tarafından tehditkar bulunabiliyor. Oysa onlar da kendilerini tehdit altında hissetikleri için bir arada durmayı tercih ediyorlar.
Bununla birlikte bu gruplar homojen değil, üyelerin aralarında farklılıklar var ama bu, Alman gençlerin birey olarak ön plana çıkması gibi bir keskin bir farklılaşma değil.

Genç Türk erkekleri kendi aralarında alt gruplar olarak da ayrışıyorlar. Batılılaşmaya ve entegrasyona tam istek duyanlar; geleneksel değerlere, milliyetçiliğe, İslam’a sığınanlar; ya da kendilerini Alman toplumundan tamamen soyutlayanlar gibi. Savunma mekanizması olarak kendi kültürünü ve dinini diğerlerininkinden üstün görenler de var.Bu alt gruplar kendi aralarında sert tartışmalara girişebiliyorlar. Örneğin geleneksel değerlere bağlı gençler, batılılaşan yaşıtlarını artık gerçek bir Türk olmamakla suçlayabiliyor.
Alman gençleriyse klasik erkek tavrı sergilemeyenleri aralarına daha kolay kabul ediyor.

Pedagog ve yayıncı Alexander Beintheim Hamburg Gençlik Evi’nde gerçekleştirdiği bir projede, Türk kökenli genç kızların 12-13 yaşlarına kadar etkinliklere erkek yaşıtlarıyla eşit sayıda katıldığını, büyüdükçe sosyal aktivitelerden çekildiklerini ya da sadece kızlara açık olanlara katıldıklarını gözlemlemiş. Ahlaki kaygılar nedeniyle bu gençlerin aileleri tarafından alıkonduğunu düşünüyor. Pek çok göçmen grubu için önemli bir sorun olan bu durum, aynı toplum içinde mahalleden mahalleye değişkenlik gösterebiliyor. Örneğin Türklerin yoğun olarak yerleştikleri semtlerde oturmayan, Alman toplumuna uyum sağlamış göçmen ailelerin gençleri daha özgür. Aslında bu aileler de kızlarının Alman yaşıtlarıyla aynı özgürlüklere sahip olamayacağını düşünseler de, görece daha esnek davranıyorlar.

Sonuç olarak, bağımsız pedagog Alexander Beintheim ile Federal Aile Bakanlığı adına araştırma yürüten Yasemin Karakaşoğlu ve Ursula Boos-Nünning’in göçmen Türk genç kızlar üzerine yorumları farklı olsa da bir yerde kesişiyor: Göçmen Türk genç kızlarının durumu olumlu yönde değişiyor. Bununla birlikte her iki cins için de özgüveni ve özgür düşünceyi geliştirmek için yapılması gerekenler hâlâ var. Genç Türk erkeklerinin geleneksel değerlere dönmeleri, uyum tartışmaları içinde önce kendi aralarında çelişki yaşamalarına, sonra Alman gençleri tarafından dışlanmalarına sebep oluyor.

Kaynak: Deutschland, Haziran-Temmuz 2005, Federal Almanya Dış İşleri Bakanlığı Yayını

Thursday, April 03, 2003

Suskun Kitle Büyüteç Altındayken


Konrad Adenauer Vakfı’nın 1998 yılında Türkiye’de yaşayan gençler üzerine yaptığı "Türkiyeli Gençler Konuşuyor: Suskun Kitle Büyüteç Altında" adlı araştırmadan bazı bölümler:

Ankete katılanlara “kendileri için yaşamı anlamlı kılan değerlerin ilk üçü” sorulmuş. Hepsinin yanıtlarıyla oluşan sıralamada, “ailevi değerler” başta geliyor. İkinci sırada “entelektüel değerler” var. Sonrakiler, toplumsal değerler, bireysel değerler, dinsel değerler ve maddi değerler olarak sıralanmış.

Araştırmayı yapanların sonuçlar hakkındaki yorumu da şöyle: “Türkiye gençliğinin geniş kesimi dünya görüşü bakımından sekülerleşmiştir. Ancak bu laikliğe “ahlakçı” bir tutum damgasını vurmaktadır. Bu yorumu destekleyen önemli bulgulardan biri, soruları yanıtlayan örneklemin “dürüstlük” kavramına çok yüksek bir değer atfetmesidir. Türkiye gençliğinin değerler dünyasında “dürüstlük”, sosyalleşmenin ortak anahtar kavramıdır.”

Bir başka sonuç, sosyo-ekonomik statü yükseldikçe kadın-erkek beraberliğinin bireysel boyutunun öne çıkıyor olması. Modern uçta yer alan Ankara ve İzmir kentlerinde yaşayan gençlerde eş ve sevgili daha ağırlıklı öneme sahipken, çocuk seçeneğinin ağırlığı azalıyor. Geleneksel uca yaklaştıkça ise bu eğilim tersine dönüyor. İstanbul sonuçları ise biraz karışık; bütün yanıtlar, örneklem ortalama değerlerinin altında kalmış. Araştırmacılar, bu ilde geleneksellik ve modernlik arasında süre giden çarpışmanın sonucu olarak ailevi değerlerin büyüsünün bozulduğunu düşünüyor, bundan yola çıkarak.

Gençlerin yüzde 81’i için aile kavramı “koruyuculuğu” simgeliyor. Deneklerin en az yarısı, büyüklerinden anlayış gördüklerini belirtiyor. Üçte ikisinden fazlası aile büyüklerinin öğütlerine ihtiyaç duyuyor. Yarıya yakın bölümü “kötü yola sapmamaları için özgürlüklerinin aileleri tarafından kısıtlanmasını” uygun buluyor.

*

Eğitim ve bilginin, yaşamı anlamı kılan değerler arasında anılma sıklığı, yüzde 20 olmuş Türkiye’de yaşayan gençler arasında. Örneklemin yüzde 59’u, iyi bir öğrenci olmayı, bir gencin başlıca sorumluluğu olarak göstermiş. Çarpıcı olan, gençlerin sosyo-ekonomik durumları ne olursa olsun bu değere eşit ölçüde değer atfetmiş olmaları. Bir başka nokta da eğitimin toplumsal; bilgi’nin ise bireysel bir donanım olarak belirlenmiş olması gençler tarafından.

Konrad Adanuear Vakfı’nın yaptığı araştırmada, Türkiye’deki gençlerin hayatını anlamlı kılan şeyler arasında toplumsal değerlerin üçüncü sırada geldiği görülüyor. “İdealler uğruna mücadele” ve “bir eser bırakma” seçeneklerinin anılma sıklığı yüzde 15.

İdealler uğruna mücadeleye verilen önem bakımından kadınlar ve erkekler arasında bir farklılaşma gözlenmemiş. “Bir eser sırakma” amacı ise daha çok erkekler tarafından dile getirilmiş. Araştırmayı yapan uzmanlar, bu gruptaki gençlerin, toplumun en üst katmanı ile alt ve orta katmanları arasında yer alan konumlarıyla kendilerine bir “toplumsal görev” belirledikleri görüşündeler. Ayrıca örneklemin yüzde 83’ünün “gençliğin toplumsal sorumluluk sahibi olması gerektiği” görüşünü paylaşması, gençlerin toplumsal değerlere atfettikleri önem düzeyini ortaya koyuyor.

Türkiye’de yaşayan gençlerin toplumsal değerlere verdikleri önemin bir başka göstergesi, deneklerin büyük bölümünün “gençlik içinde amaçsızlığın, idealsizliğin ve vurdumduymazlığın yaygın olduğu” görüşünü paylaşmaları. Gençlerin çoğunluğunun kendi kuşaklarını amaçsız, idealsiz, vurdumduymaz olarak görmeleri çelişkili görünüyor. Ama bir amaca ve ideale bağlanmaya “değer” olarak atfedilen önemi vurgulaması bakımından anlamlı.

*

Türkiyeli gençler, “bireysel değerler”deki öncelikleri sorulduğunda ilk olarak “mesleki başarı”ndan söz etmişler. Deneklerin yüzde 28’i, “idealler için mücadele etme seçeneği” ile “mesleki başarı”ya aynı ölçüde önem atfetmiş. “Din ve inanç seçeneği” ise daha geride kalmış.

Bağımsız düşünme ve davranma yeteneğine verilen önem ile geleneğe saygı ve dine bağlılık özelliklerine verilen değer arasında belirgin bir negatif ilişki ortaya çıkmış. Yani biri arttıkça, diğeri azalıyor. Bağımsız düşünme ve davranabilme yetisi, aileden gelen bir özellikse, bu kez modernlikle pozitif bir ilişki kurduğu saptanmış.

“Bilgi-beceri kazanma”, “sistemli düşünebilme”, “genel kültür edinme” ve “toplumsal saygınlık kazanma” gibi bireysel amaçları birinci sırada sayanların toplamı yüzde 60’ı aşmış. Bunlardan özellikle “sistemli düşünme yeteneğini kazanma” amacının, sosyo-ekonomik durumla güçlü bir ilişkisi olduğu gözlenmiş.

“Din ve inanç” seçeneğine gelince... Konrad Adonauer Vakfı adına araştırmayı gerçekleştiren uzmanlar, gençlerin dinsel değerlere atfettikleri önem konusunda şu bulguyu dile getiriyorlar: “Gençlerin yaşamı anlamlandırmalarında dinsel değerlerin tuttuğu yeri, inanç ve pratiklerin yaygınlığının bir ölçüsü saymak doğru olmaz. Bir değer olarak dine verilen öncelikle, ibadetin yaygınlığı arasındaki fark ortaya çıkması, başlı başına önem taşımaktadır. Bu farklılaşma, dinin, sekülerleşmiş bir dünya görüşü içinde, kendine özgü yere çekilmesinin önemli göstergelerinden biridir.”

*

“Şimdiki gençlerin hepsi para düşkünü” diyorsanız, söz konusu araştırmanın bu konudaki bulgularına göz atalım: Ortalama olarak, örneklemin yalnızca yüzde 3’ü “yaşamı anlamlı kılan şey” olarak maddi değerleri göstermiş sevgili dinleyiciler. Gerçi gelir seviyesi yüksek olan grupta bu oran yüzde 23’e çıkmış; ki bu da araştırmacılarca, maddi refah düzeyinin yaşama bakış üzerinde doğrudan etkisi olarak yorumlanıyor.

Benzer şekilde, sosyo-ekonomik kademelenmenin en alt basamağındaki yoksul grup, maddi refahın belirleyiciliğini, orta basamaklardaki gruplardan daha büyük bir açıklıkla algılıyorlar.

Bununla birlikte gençlerin dünyasında maddi refahın tuttuğu yer ile parasal sorunların günlük yaşamlarındaki ağırlığı arasında çarpıcı bir karşıtlık bulgulanmış. Araştırmayı yapan uzmanların buna yorumu da şöyle: “Türkiye gençliğinin dünya görüşündeki laiklik, maddi sorunların bütün ağırlığına rağmen, “ekonomik bakış açısı”nı belirleyici bir konuma yükseltmiş değildir. Gençlerin dünyasında ekonomi, ahlakçı tutumun gölgesinde kalmaktadır.”

*

Anketin bulguları, Türk gençliğinin büyük bölümünün, evlilik bağının kurulmasında modern davranış örüntülerini benimsediğini ortaya koymuş. Çünkü görüşülen kişilerin yüzde 70’i, görücü usulü evliliğe karşı olduğunu söylemiş, ve bu yanıtta kızlarla erkekler arasında bir fark yok.

Genç kız ve erkeklerin “evlilik öncesi arkadaşlık edilmesi” konusunda da geleneksel kuralların aşıldığı, ama yine de ihtiyatlı bir tutumun korunduğu gözlenmiş.

Örneklemin yalnızca yüzde 15’i evlilik öncesi kız-erkek ilişkisini “kabul edilemez” bulurken, geri kalanı buna karşı değil ama “belirli bir mesafede bırakılması” koşulunu arıyor onlar da.

Gençlerin, aile kurumuna yaklaşımda geleneksel tutumu aşmış olduklarına ilişkin bir başka gösterge, farklı din ve mezhepten olan çiftlerin evlenmesini, yüzde 70 oranında desteklemiş olmaları.

Evlenme yaşı konusundaki tercihlere gelince... Hem kızlar hem erkekler, ideal evlenme yaşı için 25’i göstermişler.

Beş gençten dördü, kadının ve erkeğin aile gelirine ortaklaşa katkıda bulunması gerektiği kanısında. Kadına da erkekle birlikte maddi sorumluluk yükleme eğiliminin, ekonomik zorluklarla ilgili bir kabulden çok, bir yaşam tarzı tercihini yansıttığını düşünüyor araştırmayı yapan uzmanlar. Bu saptamayı destekleyen bir başka bulgu “kadının rolü”ne ilişkin verilen diğer yanıtlar. Kadının varlığını aile sorumluluklarıyla sınırlayan geleneksel tutum, Türkiyeli gençeler tarafından büyük ölçüde aşılmış durumda. “Kadınların asıl istedikleri bir ev ve çocuklardır” görüşü, ankete katılan gençlerin yarısı tarafından reddedilmiş. Ve bu gençler ev kadınlığının, bir işte çalışmak kadar tatmin edici olmadığı görüşünde de hemfikir. Buna ek olarak, meslek seçimi konusunda da cinsiyetçi bir tutum sergilemiyorlar. Sadece çocuk bakıcılığı ve taksi şoförlüğü farklı cinselere atfedilmiş ama diğer mesleklerde kadın-erkek ayrımı yapmıyor Türkiye’de yaşayan gençler.